Sayfalar

16 Ekim 2017 Pazartesi

GELİNCİKLER 🌺


Bu sabah klavyemin başına oturduğumda yazmayı planladığım yazı ile sabah gönlüme düşen konu arasında ikilemde kaldım uzun süre ve sonunda planlanan yazıyı önümüzdeki haftaya bırakmayı ve sizlerle içimden geçenleri paylaşmayı seçtim bugün için. Hep merak etmişimdir, hayatımızı sürdürmek adına yaptığımız işler gerçekten bizi yansıtıyor mu, ya da kaçımız gerçekten yapmak istediğimiz işleri yapıyoruz yaşamak için? Bu işler, mesleklerimiz ne kadar "biz"iz, ne kadar sadece bizim seçimlerimiz ve bizi gerçekten mutlu ediyor? İlk başlarda seçimlerimizin doğruluğunu kalbimizde hissetsek bile, zaman içinde hala aynı duygularla mı devam ediyoruz ya da gitgide bir zorunluluk halini aldığından kaçıp kurtulamadığımız birer kapalı ve havasız kutulara mı dönüşüyor yaşamlarımız? Sanırım en sevilen işler dahi bir noktada adı "iş" olduğundan mıdır nedir bu hissi yaşatıyor insana, içinde fazlaca sorumluluk barındırmasından dolayı. Peki gerçek özgürlükten sözederken sorumlulukların olmadığı bir yapıdan mı sözetmeliyiz? Konfüçyus demiş ya "Sevdiğiniz işi yaparsanız bir gün bile çalışmış sayılmazsınız" diye. Ana fikir sanırım başlangıçta doğru ve sonrasında sürdürebilmek adına fazlasıyla yeterli olsa da, günümüz iş hayatı bileşenlerini de hesaba kattığımızda biz ölümlüleri sınırlar içinde kalmaya zorlamak açısından sorgulamaya itiyor zaman zaman. Sanatla uğraşan bizler için, dışarıda tüm olup bitene rağmen içimizde ve işimizde daima estetik ve güzellikleri çoğaltmaya ve yaratılmış olan güzellikleri keşfedip onlarla ruhumuzu ve zamanımızı besleyip geliştirmeye odaklı yaşamak işin gerekliliklerinden biridir. Sanatın varlığı ve içeriği beni kendimi bildim bileli büyülediği ve benim bugünkü ben olmamda büyük rolü olduğundan, tamamıyla en doğru olan "iş"i yaptığımı bilmeme ve bunun için her gün şükretmeme en büyük sebeptir. İnsanlar her ne yaşıyor olurlarsa olsunlar, bizi dinlemeye geldiklerinde hayatlarına bir yerlerde onlara dokunabiliyor olmaktan, onlarda ufacık da olsa bir iz bırakabilmekten, paylaştığımız saatlerde yüreklerine güzellik ve iyilik tohumları ekmekten her sanatçı gibi çok büyük keyif alıyorum hala. Sanırım asıl budur "iş"in asla eskimemesini sağlayan.
Madem bugünü içimden geçenlere ayırdım dedim, sizlerle bundan iki yıl önce yine böyle bir sabahta içime düşen bir yazımı paylaşmak isterim. Sanırım belli aralıklarla sizler de yapıyorsunuzdur benim gibi; ilişkilerinizde, işlerinizde, hayatınızda olanları ya da yaşamınızda nerede olduğunuzu, hala aynı duygulara ve sebeplere sahip olup olmadığınızı anlamak adına varolan sorularınıza yanıt aramak üzere düşünmeyi. Her daim değişmenin kaçınılmaz ve ilerlemeyi sağlamak için gerekli olduğunu düşünmeme rağmen, benim için hayati önem taşıyan konularda üzerinden uzun zaman geçmiş olsa dahi bazı şeylerin değişmemiş olması ve hala ruhumu beslemeye devam ediyor olması, bu yazıyı tekrar okuyunca beni nedense mutlu etti. Umarım gün gelir hepimiz gerçekten sadece istediğimiz ve bireysel olarak mutlu olmanın ön planda tutulduğu, kendimiz olmamıza izin verilen işlerde varolmak zevkine erişiriz.
14 Ocak 2015
Beni tanıyan dostlarım bilirler, en sevdiğim çiçektir gelincik. Ne ilgisi var bu kış gününün sabah karanlığında diye düşünürken, sekiz yaşımın gelincik tarlası geliverdi aklıma. İlk o tarlada oynarken bu hayatta ne yapmak istediğime karar verdiğimi hatırladım sonra. Hücrelerimin ve yüreğimin sesini dinlemenin nasıl mümkün olduğunu o tarlada keşfettiğimi, dünyanın ve yaşamın aslında ben demek olduğunu, ben’im ise sadece yüreğim ve aşkla var olabileceği gerçeğini de.  
On yaşımda ise yeni yaşamıma adım atıp seçimini yapmış, şimdilerde kırkbeşine dayanmış bir birey olarak bu kararımdan hiç pişmanlık duymadım. Mutluluk ve hazzın hayat boyu sürebileceğini ; o narin yapraklı, rüzgarda kolayca dağılabilecekmiş gibi görünen,  koparmaya çalıştığınızda ancak, toprağa ne kadar sıkı sarıldığını, yaşama azmini ve tutkusunu alev renginden de kolayca anlayabileceğiniz bir çiçeğin büyüsüyle öğrenmek, yaşamın nasıl bir sanat, sanatın ise aslında benim yaşamım olduğunu göstermesi tuhaf değil mi? Ve ne denli mükemmel ve basit bir yol!  
Sonraları hayatın içinde bir parça unutsam da kendime dönüp dinlemeyi, var olma amacımın aslında ne denli basit ve mükemmel olabileceğini; can parçam, şimdi onbeşine yaklaşan biricik oğlumun hayatla olan mücadelesine baktığımda, yaşadığı karmaşaları gördüğümde, seçim arefelerinde, aslında tüm yanıtların onun yüreğinde ve hücrelerinde var olduğunu, tek amacın ise mutlu olmak olduğunu anlatırken tekrar anımsadım.  
Yaşama tutunmanın, hatta bunu istemenin dahi anlamsız olduğunu hissettiğim onlarca gün yaşamışımdır sanırım. (Hele ki çevreniz ve yakınlarınız sadece istemenizin ve tarif ve ikna edemediğiniz  “bilgi”niz ve hislerinizin hayatın gerçeğini asla yansıtmadığında ısrarcı iseler hayat boyu.)  
Oysa öyle günler vardır ki, özlemle, umutla başlar, içinizde gelincikler açtırır. Ya da öyle günler vardır ve olacaktır ki, yüreğinizdeki bıçak yaralarını kanatır kerelerce, yeniden. Öyleleri vardır ki hele, maviye hasret, kokunun, dokunmanın ötesinde. Ama tek gerçek var ki, hepsi “biz”iz ve hepsi “bugün”.  
Yaşamımızdaki seçimlerimizdir bizi biz yapan derler ya... Ne güzel şeymiş “Aslında sen kimsin?” diye sorduklarında tüm sıfatlarından arınıp, tüm çıplaklığınla hala hissedebildiğin, dokunabildiğin mutluluğunla  yaşamını, gözlerin hala parlayarak anlatabilmek ve hergün o seçimine şükredebilmek.
Keşke kanatlarım olsa da bulutlara yükselip, sonsuzluğu içime çekerek maviliklere karışabilsem dediğim o günlerden beni bugüne getiren “aşk”la tanıştıran, tüm mevsimlerimin mucizesi gelinciklerime sonsuz sevgim ve teşekkürlerimle…
Geriye baktığınızda tek anını dahi değiştirmek istemeyeceğiniz, sadece size ait dopdolu, harikulade bir yaşam diliyorum tüm kalbimle... Sarılın gelinciklerinize…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder